Türkiye uluslararası siyaseti baskı altına alıyor- ANALİZ

ANKARA (DİHA) - Darbe girişimi sonrasında, OHAL ilan ederek hukuk ve yasal çerçeveyi iyice daraltan ve toplumsal kesimler üzerindeki baskı ve saldırılarını yoğunlaştıran AKP hükümeti, gelebilecek eleştirileri önlemek amacıyla da uluslararası siyaset üzerindeki baskılarını artırıyor. Yarattığı algı ile "haklı olduğuna" dünyayı inandırmaya çalışan hükümet, bu yöntemle hem pazarlıkta elini güçlendirmeyi hem de karşı güçleri borçlu hale getirerek taviz koparmayı amaçlıyor.
15 Temmuz darbe girişimini "Allahın lütfü" olarak gören, gelişmeleri lehine çevirerek, iktidarını mutlaklaştırmaya çalışan AKP, bunun ilk meyvesini daha önce kendisine belli konularda destek veren CHP dahil olmak üzere sistem içi muhalefeti kendisine tabi kılmasıyla aldı. Beştepe ve Yenikapı'da, CHP ve MHP'yi resmi olarak da kendisine tabi kılan AKP, "ya benden yana yanasınız ya da karşımdasınız" dayatmasıyla bu güçleri tamamıyla yanına aldı.
Mağduriyet psikolojisi yine devrede
İktidara geldiği 2002 yılında 28 Şubat darbesinin mağduriyetini pazarlayan ve bu konuda da belli düzeylerde başarı elde eden hükümet, 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra CHP'nin içine girdiği tutumu mağduriyete dönüştürdü.
Zaten ilk günden beri "Kürt sorununu teröre" indirgeyerek bunu siyasi bir kazanca dönüştürmeye çalışan, çatışmayı kalıcı ve sürekli kılarak bu konuda toplumu kendisine muhtaç eden AKP, en güçlü olduğu dönemlerde de Kürtlerin yanı sıra sistem içinde yarattığı "iç düşmanlarla çatışma" psikolojisiyle hem tabanını konsolide etti, hem de buna göre hızlı bir şekilde sistemi kendi lehine şekillendirdi.
Gülen her zaman AKP'ye hizmet ediyor
Özellikle sistem içi güçlerle girdiği bütün çatışmalardan "her koşulda meşruiyet devşirmeyi" başararak kazançlı çıkan AKP, 28 Şubat darbesini iktidara gelme aracı haline getirdiği gibi, son darbe girişimini de iktidarını mutlaklaştırmanın aracı haline getirdi. 28 Şubat darbesine destek veren ancak daha sonra AKP ile ortaklık kurarak, Kürtler ve Kemalistlere karşı savaşın ihalesini alan Fetullah Gülen cemaati, son darbe girişimi ile fazlasıyla AKP'ye destek ve yardımcı oldu.
Tasfiye politikaları derinleştirildi
Darbe girişiminden sonra çok hızlı bir şekilde OHAL ilan ederek, anayasal düzeni, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini askıya alan ve Kanun Hükmünde Kararnameler ile meclisi bay-pas edip istediği yasayı çıkaran AKP ve Saray yönetimi, Kürtler başta olmak üzere toplumun değişik kesimlerine yönelik tasfiye politikalarını yoğunlaştırdı. Özellikle çıkarılan son KHK ile Meclis'te AKP'nin de verdiği önerge ile geri çekilen "belediyelere kayyum" atama yöntemiyle seçimleri askıya alan AKP, basın ve ifade özgürlüğü başta olmak bütün hak ve özgürlük alanlarını neredeyse ortadan kaldırdı.
Türkiye yaptıklarını meşrulaştırıyor
Yaşanan bu durumun uluslararası alanda tepkilere yol açmasını önlemek ve gelebilecek itirazlar konusunda ön almak için de AKP yönetimi "en iyi savunma saldırıdır" perspektifi ile hareket etmeye başladı. AB ülkelerini ve ABD'yi, zaman zaman bölge devletlerini ve BM sistemini yoğun ve ağır bir şekilde eleştiren AKP, "Bize insan hakları ve demokrasi dersi veremezsiniz" diyerek yaptıklarını meşrulaştırmayı sürdürme çabasında.
Schulz baskılar karşısında savunmaya geçti!
En son Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz'un Ankara ziyaretinde Binali Yıldırım ile yaptığı ortak açıklamasında, Türkiye'nin yaklaşımları ve AB'yi savunmaya iten tutumu ortaya çıktı.
Schulz'un "Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik" eleştirilerini Yıldırım, "Onlar gazeteci değil, teröristtir" sözleriyle yanıtlamıştı. Ardından AB'ye yönelik, "Siz teröre destek veriyorsunuz, Türkiye'nin yanında yer almıyorsunuz" yaklaşımı Schulz'u savunma pozisyonuna itti. Schulz bu psikoloji nedeniyle dünya ölçeğinde meşru kabul edilen PYD Lideri Salih Müslim'in AB Parlamentosu'nda yaptığı basın toplantısını sahiplenmeyerek, "Bireysel bir davet ile davet edilmiş, ben olsam izin vermezdim" sözlerini sarf etmesi dikkat çekti.
Obama ile görüşmede de benzer bir yöntem kullanılacak
Özellikle mülteciler konusunu bir pazarlık ve şantaj konusuna dönüştüren Türkiye'nin bir süre daha bu yaklaşımını sürdüreceği tahmin ediliyor. Öyle ki en son Cumhurbaşkanı Erdoğan, G20 zirvesi için Çin'e hareket ederken, Obama ile görüşmesi öncesinde "Ya bizden yanasınız ya da terörden" diyerek, benzer bir tutumun orada da sergileneceğini gösterdi.
Türkiye bu baskı ile bir yandan içeride yürüttüğü politikasına ve onaylanmasını amaçlarken, bölgesel düzeyde de Cerablus ve Rojava'ya yönelik işgal girişimi konusunda uluslararası kamuoyunu ikna etmeyi hedefliyor.
Reste rest ile karşılık verilirse?
Ancak Türkiye'nin bu politikasının kendisi açısından taşıdığı riskler de bulunuyor. Türkiye'nin restlerine bir süre sonra rest ile karşılık verilmesi ihtimalinde bunun Türkiye'ye ağır bir fatura getireceği en son Rusya ile yaşanan Uçak krizinde ortaya çıkmıştı ve nihayetinde Türkiye bunun karşılığında birçok taviz vermek zorunda kaldı.
(kk/öç)