Topçuoğlu: Kürtlerin kaderini Rojava belirleyecek

YASİN KOBULAN
İSTANBUL (DİHA) - Devletlerarası hukuk alanında dünyanın önde gelen uzmanlarından Prof. Dr. Norma Peach ile birlikte "Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve Kürtler" kitabını kaleme alan Sebahattin Topçuoğlu, Kürtlerin kaderinin Rojava'ya bağlı olduğunu söyledi.
Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakları (UKKTH) tezlerinden faydalanarak, devletlerarası hukuk alanında dünyanın önde gelen uzmanlarından Prof. Dr. Norma Peach ile birlikte "Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve Kürtler" kitabını kaleme alan Sebahattin Topçuoğlu, Kürtlerin özerklik modellerinin Avrupa'daki özerklik modellerinden farklı olduğunu dile getirdi. Ajansımızın sorularını yanıtlayan Topçuoğlu, mevcut durumda Kürtlerin diğer parçalarının kaderinin de Rojava'ya bağlı olduğunu söyledi.
* "Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve Kürtler" isimli bir kitabın yazılmasına neden ihtiyaç duydunuz?
Bu kitabın birinci yazarı Devletlerarası Hukuk Dalı uzmanı olan hocamız Prof. Dr. Norman Paaech'dir. Hocamız bu çalışmayı 2000'li yılların başında bir bilirkişi raporu olarak kaleme almıştı. Fakat bu, sadece 40-50 sayfa şeklinde yazılmış olup sadece Kürtlerin Devletler Arası Hukuka göre bir halk olduğunu ve kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olduğunu hukuksal açıdan inceleyen bir çalışmaydı. Hocam 2011'de kabul edilen doktora çalışmamda tez danışmanlardan biri olduğu için ve benim tez çalışmamın bu konuyla bağlantısı olduğu için, benimle birlikte bu çalışmayı genişletmek ve yeniden yayınlamak istedi. Çalışmanın hukuksal boyutu hocamız Norman Paech'e, Kürtlerin siyasal talepleri ve dünyadaki farklı özerklik/özyönetim kısımları bana aittir. Bu çalışma kısa ve dar tutulmuş bilimsel bir çalışmadır. Bu çalışma özellikle Almanya üniversitelerinde Kürtler ile ilgili bir kaynağın olması, öğrencilerin ve Alman siyasetçilerin bu kaynaktan yararlanması için kaleme alınmıştır.
* Kitap ilk olarak yabancı dillerde yayın hayatına başladı. Neden son olarak Türkçe yayınlama gereksinimi duydunuz?
Çalışmanın orijinal dili Almanca olup başlığı da Türkçeden farklıdır. Çalışmanın Almanca başlığı Azınlık Haklarının Korunması, Kendi kaderini Tayin Hakkı ve Özerklik'tir. Sadece Kürtler açısından değil, aynı zamanda Türkiye'de bu meseleye kafa yoran tüm aydınların, siyasetçilerin, öğrencilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve normal vatandaşların da bu çalışmayı okuyabilmesini ve yararlanmalarını uygun ve önemli bulduk.
* "Ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve Kürtler" konusuna Türkiye toplumunun çok yabancısı olduğu bir konu değil mi?
Gerçek olan şey şu: Türkiye'de hiç bir zaman 'devlet aklı' bu tür toplumsal sorunların açıkça tartışılmasını ve toplum tarafından meselenin anlaşılmasını uygun bulmadı. Bu sebepten dolayı Türkiye'de insanların çoğu bu konuya dair bilgi sahibi değildir. Bu, devlet tarafından bilinçli yürütülen bir siyasettir ve bunu, topluma‚ 'bölünme' olarak anlatmaktadır. Dolayısıyla belirli bir aydın tabakanın dışında Türkiye'de birçok kişinin konuya yabancı olduğunu söyleyebiliriz. Fakat Kürtler konuya yabancı değildir.
* Kürtlerin "Kendi kaderini tayin hakkı" olarak belirlediği "Demokratik Özerkliği" nasıl değerlendiriyorsunuz? Egemen güçlerin buna yaklaşımı nasıl olur?
Demokratik Özerklik fikri Öcalan'a aittir. Öcalan'a göre bu model sadece Kürtler için olmayıp tüm Ortadoğu halkları için uygulanmalıdır. Bu model, bizim çalışmamızda ele aldığımız özerklik modellerinden ayrılır. Çünkü bizim çalışmamızda Avrupa'dan örnek verdiğimiz özerklik, özyönetim ve federalizm modelleri daha çok dünyada şu an uygulanan ve devlet ile veya bir devlet bünyesinde sorunun çözümünü yetki paylaşımı olarak ele alır. Demokratik Özerklik modeli ise devlet merkezli özerklik modellerinden uzak durur. Öcalan'ın bu düşüncesinin iki şey ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum: Birincisi Kürt toplumunun içinde bulunduğu reel durum ile ikincisi ulus devlet yapılanmasının Ortadoğu'daki yansıması, daha doğrusu pratikte nasıl hayat bulduğuyla ilgilidir. Ulus devlet fikri hiç bir zaman Ortadoğu toplumlarının yapısına uymadı.
Ortadoğu devletlerinin ulus devlet modeline dair yanlış anladıkları temel nokta şu: Ulus devletin sadece merkezi olarak yönetilebileceği, bir ulus yaratma zorunluluğunun olup bunun tek etnisiteye dayalı olma fikridir. Yanılgı bu noktadadır. Bu gün dünyada demokrasinin beşiği olan tüm ülkeler ya ademi-merkezi ya da federal devletler olarak yönetilmektedirler. Ve bu devletlerin hepsi de ulus devletlerdir. Yani ulus devletin otomatik olarak merkezi olması gerekmiyor. Bu açıdan halkın/toplumun kendi kendini organize edip yönetmesi Türkiye örneğinde devlet sisteminin katı merkeziyetçi olması ile bağlantılıdır. Öcalan bu sebepten dolayı halkın/toplumun yerelde kendi kendini organize etmesini ve gerekli kararları kendileri tarafından alınmasını önermektedir. Fakat devlet Kürtlerin kendini yerelde de facto olarak yönetmesine müsaade etmedi ve sebepten dolayı da birçok ilçe ve kasabayı yerle bir etti.
* Dolmabahçe mutabakatının hiçe sayılması ve Kuzey Kürdistan'da girişilen yok etme, imha, soykırım hareketi, Kürt halkının siyasi iradesinin, temsil alanlarının tasfiye edilmesi, Rojava'daki kazanımların yok sayılması, kitabınızda resmedilen "Kendi kaderini tayin hakkı" bakımında Kürtleri nasıl etkileyecek?
Her ne kadar bizim ele aldığımız özerklik, özyönetim ve federalizm gibi konular bu mutabakatta yer almasa da, başlangıç açısından önemli bir metindi. Dolmabahçe mutabakatı genelde iç siyaset ile ilgili bir mesele olsa da bitirilmesinin başka bir sebebi de Kürtlerin bu süreçten daha da güçlenerek çıkmasını engellemekti. Çünkü devam etme durumunda Kürtlerin siyasal meşruiyeti dünya genelinde daha çok ivme kazanacaktı. Tam da bu sebepten dolayı yukarıda dile getirdiğim de facto durumu, yani Kürtlerin kendi bölgelerindeki de facto iktidarını tasfiye etmek istedi devlet. Bakur'un yerle bir edilmesinin sebeplerinden biri budur. Bir diğeri ise Rojava meselesidir. Şu an Türkiye'nin en büyük sorunu bu meseledir. Türkiye'nin elinden gelse Rojava kazanımlarını engellemek için üçüncü dünya savaşını bile çıkarır. Fakat mesele sadece Türkiye'nin ne istediğine bağlı bir mesele değildir. Türkiye'nin geçmişte Başur ile ilgili kırmızı çizgileri biliniyor. Bugün herhangi anlamı kalmadı bu kırmızı çizgilerin.
* Günümüzde Kürtler egemen ulusa karşı "varlığını koruma savaşı" ve "özgürlüğünü sağlama" temelinde geliştirdiği yöntem bir çözüm olabilir mi?
Kürtlerin mücadelesi esas olarak devlete karşı bir mücadeledir. Çünkü devlet ile bir sorunları var ve bunu çözmek istiyorlar. Mesele algı meselesidir. Devlet olarak nasıl bir algı yaratırsan halk ve toplum da ona göre hareket eder. 7 Haziran seçimleri sonrası yaşanan gelişmeler bunun için iyi bir örnektir. Kürtler‚ egemen ulusa karşı değil, devlete karşı kendi varlığını korumu mücadelesi veriyorlar. Kaldı ki bu yeni bir şey de değil. Ayrıca cumhuriyet ile başlamış bir mücadele de değil. Bu süreci anlamamız için özellikle 16. yüzyıldan sonraki Kürt-Osmanlı ilişkilerine bakmak gerekir. Bu zaman dilimi iyi anlaşılmadan devlet ile yaşanılan ihtilaf da kolay anlaşılmaz diye düşünüyorum. Kürtlerin mücadelesi haklı ve meşru bir mücadeledir.
* Ezilen topluluklar ile egemen devletli uygarlıkların "Kendi kaderini tayin hakkı" arasında ne tür farklar vardır? Bunun örnekleri var mıdır?
Etnik kaynaklı sorunlar genelde ulus devlet modeli ile bağlantılı bir sorundur. Temel mesele şu: İmparatorluklar yıkılıp yerini ulus devletlere bıraktığı zaman, yeni kurulan ulus devletler içinde birçok dini, kültürel ve etnik farklılık gösteren halk grupları vardı. Her ne kadar teorik olarak ulusların kendi kaderini tayin hakkı vardır denilse de bunun pratikte karşılığı pek kolay değildir. Çünkü mesele sadece hukuksal bir mesele değildir.
Sömürgeciliğin çözülüş dönemi bize, kendine ait devlet kurma talebinin birçok durumda sadece şiddet aracılığıyla kabul ettirilebileceğini gösterdi. Ama iyice silahlanmış ve askeri bir birlik içinde birleşmiş modern devletlerin sınırlarını yeni bir devlet örgütlenmesinin lehine parçalama olasılığının ne kadar zayıf olduğunu birer NATO devleti olan Türkiye ve İspanya gösterdi. Zira bütünü oluşturan farklı iç cumhuriyetlerin ayrılması -ki bu süreç henüz tamamlanmış değildir- Batı Avrupa NATO devletleri ve ABD tarafından aktif bir şekilde desteklendiği için mümkün olmuştur. Fakat Kürdistan örneği tamamıyla farklıdır. Burada sadece NATO devletlerinin desteği eksik değildir. Kürt halkının dört egemen devlet arasında bölünmüş olması ve Kürt toplumunun sosyolojik yapısı, kendine ait bir devletinin oluşturulmasının önünde bugün hala bir engel oluşturmaktadır.
* Rojava'da Kürtlerin kazanımlarının artması ile birlikte Türkiye, Suriye stratejisini neden sadece anti-Kürt bir eksene oturttu? Türkiye'nin Cerablus-Ezaz hattına yönelik ÖSO gibi çete grupları ile işgalde bulunma hamlesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'nin Rojava konusundaki tutumu baştan beri aynıydı. Stratejisinde bir değişiklik olmadı. Barış görüşmelerinin nispeten kamuya açık ve uzun sürmesinin altında Rojava meselesi yatıyordu. Türkiye orada Kürtlerin bağımsız hareket etmesini istemiyordu. Türkiye'nin hedefi Rojava'da Kürtlerin güçlenmemesiydi ve ÖSO gibi kendi desteklediği gruplar içinde eritilmesiydi. Fakat olaylar böyle gelişmedi. Türkiye'nin elinden gelse Rojava'yı yerle bir eder. Rojava'daki kazanımları engellemek ve orada özerk veya federal bir statünün ortaya çıkmaması Türkiye her şeyi yapmaya hazırdır. Bu anlamda desteklemeyeceği herhangi bir cihadist grup yoktur. ABD ve Rusya bir egemen devletler müsaade etmediği sürece Türkiye Rojava konusunda başarı elde edemez. Her ne kadar askeri olarak oraya müdahil olmuşsa da, orada istediğini elde edeceği anlamına gelmez. Kürtler ciddi bir ihanete uğramadığı sürece Türkiye, Rojava konusunda bir şey yapamaz.
* 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında hazırlanan "Çöktürme Planı" ne anlam ifade ediyor? Bu plan bir soykırım belgesi değil midir?
Kürtlerin barış süreci döneminde kazanan taraf olduğu, siyasi olarak güçlenip meşrulaştığı devlet tarafından fark edildi. Kürtler özellikle yerelde de facto güç haline geldiler. Çöktürme Planı bu de facto iktidar durumunu yok etmek üzere geliştirildi. Cizre, Nusaybin, Silopi ve Sur gibi Kürt yerleşim birimlerinin yerle bir edilmesinin sebebi bu de de facto duruma son vermekti. Fakat bu durum halen son bulmuş değil. Askeri boyutu tamamlandı. Şimdi ise siyasi boyutu hayata geçirilmek isteniyor. Milletvekillerinin dokunulmazlarının kaldırılması ve belediyelere kayyum atamaları, bu planın devam ettiğinin bir örneğidir. Yerleşim bölgelerinin planlı bir şekilde yok edilmesi kuşkusuz bir soykırımdır ve aynı zamanda insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur.
* AKP'nin özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra radikal stratejik değişikliklere gitmesinin temel nedeninin altında ne yatıyor?
Eğer savaş konsepti devreye sokulmasaydı, bugün Türkiye başka bir istikamete doğru gidiyor olabilirdi. Özellikle HDP'nin başarısı devlette çok ciddi korku yarattı. Bu korkunun temelinde Kürtlerin daha fazla güçleneceği ve uluslararası meşruiyetinin fazlalaşacağı fikri vardı. Bu mesele sadece AKP'nin meselesi değildi, aksine devleti ilgilendiren en önemli meseleydi. Yani 'devlet aklı' bu gelişmeye "dur" dedi. Meselenin bir diğer boyutu ise, Erdoğan'ın kendi kaderi ile ilgiliydi. Erdoğan şunu çok iyi biliyor: İktidardan gittiği an yargılanacak. Hem ulusal hem de uluslararası alanda.
Erdoğan'ın IŞİD gibi cihadist gruplara destek sunduğuna dair gerekli olan tüm belgeler mevcut. Bu belgeler, sadece yeri ve zamanı geldiğinde masaya koyulur. Bu açıdan Erdoğan, ne olursa olsun, iktidardan düşmemeliydi.
* 15 Temmuz darbe girişimi ardından Kürtlere yönelik gerçekleştirilen saldırıların 12 Eylül ile karşılaştırdığımızda nasıl bir tablo ile karşılaşmış oluruz?
Kendini Kemalizm'in tek savunucusu olarak gören ordunun darbe yapması sadece Kürtlere karşı değildi, aksine tüm toplumsal grup ve hareketlere karşıydı. Kemalizm'den en çok acı çeken iki grup vardı, biri Kürtler diğeri ise Müslümanlardı. Fakat 12 Eylül sonrası daha çok bastırılan Kürtler oldu. 12 Eylül gerçek bir askeri darbeydi. Fakat 15 Temmuz darbe girişimi halen açıklığa kavuşmuş bir mesele değildir. Ama bunun bir İslami iktidar kavgası olduğu açıktır. Kemalistlerin yerine İslamcılar geçti. Fakat mesele Kürt meselesi olunca iktidarda kimin olduğu önemli değil. Bu noktada devamlı 'devlet aklı' devreye girer. Erdoğan açısından mesele uzun bir döneme tekabül edecek bir İslami devlet ve toplum inşa etmektir. Bu açıdan darbe girişimi fırsatını kullanarak kafasındaki devlet ve toplumu oluşturmaya çalışıyor.
* Yeni Türkiye'de Kürtlerin durumunu nasıl görüyorsunuz? Kürtleri bu süreçte neler bekliyor?
Türkiye'nin şu an siyasi olarak içinde bulunduğu durum ortada. Şu an mevcut iktidar ile herhangi bir siyasi diyalogun olması mümkün görünmüyor. Şu an birçok şey Suriye'deki gelişmelere bağlı. Suriye'nin durumu, Rojava'nın geleceği Türkiye'deki siyasal gelişmeleri ciddi şekilde belirleyecek. Kürtler enerjilerini iyi kullanıp boşa heba etmemeliler. Son bir yıl içinde yaşanılan yıkım ve tahribat çok büyüktür. Tüm olup bitenlerden iyi ders çıkarmak gerekir. Belki de bu süre içinde dört parçada Kürtlerin kendi aralarında iç barışı sağlayıp siyasi ve askeri olarak birlikte hareket etmeleri gerekir. Tekrar Ulusal Kongre gibi çalışmaların başlaması Kürtlerde ciddi pozitif duyguların gelişmesine yol açacağını düşünüyorum.
(fç/sd)